Salı, Ekim 29, 2013

İRAN'a güle güle

Kerman diğer İran şehirlerinden pek farklı değildi. Şiraz'dan buraya yaptığımız uzun yolculuğun yorgunluğunu attık ve Pakistan öncesi son büyük şehir olmasından dolayı eksiklerimizi giderdik.
Bam'da bizi mütevazi misafirevinde Akbar Amca karşıladı. Konuşmasından, tavrından İran'daki herhangi birinden çok daha açık görüşlü ve görmüş geçirmiş biri olduğu hemen anlaşılıyordu.
Onlarca yıldır dünyayı dolaşan yolcuların doldurduğu anı defterlerine göz attık sonra. O zamanlar internetin yerine bu defterler varmış belli ki. Bir Alman kendinden sonra geleceklere yüksek rakımlarda karbüratör ayarının nasıl olması gerektiğini çizimlerle anlatmış, başka bir sayfada Avusturalya'lı bir çift  yollarda yaşadıkları problemlerden ve dikkat edilmesi gereken kritik yerlerden bahsetmiş. Ve böyle böyle belki yüzlerce insan yazmış 80'lerde, 90'larda...
Acayip değişik insanlar var etrafımda. Örnek misafirhanede bisikletleriyle 5 yıllık bir dünya turu hayaliyle Almanya'dan yola çıkmış güzel bir çiftle ve 10 yıl önce Hindistan'dan aldığı Royal Enfield motosikletiyle bu sefer İskoçya'dan Hindistan'a yol alan 60 yaşlarında bir abiyle güzel sohbetler ettik, umarım keyifle gezerler.
İran'dan ayrılıyoruz artık diyerek güne uyandık. Hızlı bir hazırlıkla ve Akbar Abi'nin verdiği kumanyalarla 6'da teker döndü. Soldan -arabayı bile sallayacak kadar- sert esen rüzgarla 9'a kadar yol aldık. Birkaç kez karşıdan gelen ve egsozundan çiğ yakıt bırakan kamyonlar sayesinde mazot banyosu yaptık. Sınıra 70km kala Zahedan'da son kez "bedava" yakıt alarak saat 3 gibi sınıra vardık. Sınır kapısında herşey çok kolay halloldu, ta ki son aşamada benim İran plakasını nereye teslim ediyoruz diye sormama kadar. Birileri birilerine, o birileri de bi başka birilerine telefonlar etti, beni yönlendirdi. 1 saatlik böyle bir belirsizlik sonunda Zahedan'daki polise gidip "teslim etti" belgesiyle tekrar sınıra gelmem gerektiği kararlaştırıldı. Bu 1 saat gidiş 1 saat gelişle sınırlı kalacak olsa hemen gidip gelelim, fakat mesai saati bitmiş, Zahedan'da otel bulunması ve 1 gece boşu boşuna kalınması gerekecekti. Son kez sınıra en binadaki görevliye ümitsizce İran'dan çıkıp Pakistan'ı gezdikten sonra tekrar İran'a döneceğimizi anlatmaya çalıştım. Tabi tüm bu diyaloglar hep el-kol işaretleriyle ve tek tük İngilizce kelimelerle oluyor. Belki yorgunluktan, belki tam anlaşamamış olmaktan, görevli "OK, go go" dedi :) Hiçbirşey daha söylemelerine fırsat bırakmadan pasaportlarımıza damgaları vurdurup İran kapısından sakince çıkış yaptık. Karşıda uzun, tozlu yolun ortasında dakikalardır olanları anlamaya çalışırcasına bakan Pakistan polisine doğru ilerliyorduk...

Çarşamba, Ekim 23, 2013

Persepolis ve Shiraz


Tarihle malesef aram pek olmadığından Persepolis'te yatan mirası çok az kavrayabildim. Eksiğimi bildiğimden girişte rehberli tur yapmak istediğimizi söyleyip yanımıza Jehan'ı kattık ama bu sefer de aksanlı İngilizcesiyle rehberimizin kurbanı olduk :)

Persepolis, tells a lot to a history enthusiast, which i'm definitely not :)
Shiraz, genel olarak yerli turistin daha fazla ilgilenecegi İran'lı devlet adamlarının ve sanatcılarının anıt mezarları ve müzeleriyle öne çıkıyormuş. Biz ayaklarımızı serbest bırakıp dolandık sadece. İsfahan ve Yazd'dan sonra buraya gelince, bir de Pakistan heyecanı başlayınca böyle oluyormuş demek :)

Shiraz Bazaar-i Vakil at noon break


I wished this bath would've been operating...

Zein-o-Din Kervansarayı




Yazd'a 2 günlük deve yolculuğu uzaklığındaki kervansaraya Tospağa sayesinde 1 saatte ulaştık :)
İran'da dairesel olarak sadece 2 kervansaray inşa edilmiş, İsfahan yakınlarındaki günümüze ulaşamamış. Ayakta kalabilen 400 yaşındaki bu kervansaray, bir de restore edilip tekrar kullanıma açılınca, bize de 1 geceyi burada geçirmek kısmet olmuş :)

Yazd



Kafamda çok büyüterek gitmişim demek ki, vardığımda biraz hayal kırıklığı oldu.. Hani fotograf makinesini ne tarafa doğrultsan ve rastgele deklanşöre bassan güzel görüntüler veren yerler vardır ya, işte öyle hayal etmemek lazım demek ki :) Meğer şehrin çok küçük bir kısmı böyleymiş.
Kurban Bayramı arifesinde vardık Yazd'a. Yerli turistler de tatil için burayı tercih etmişler. O yüzden yer bulmak pek kolay olmadı. 3 gün kalırız diye düşünürken 3. gün Severin ve Ophelie ile tekrar buluşunca bir akşam daha kalıp tüm bayram tatilimizi :) Yazd'da geçirdik. 








İsfahan ve Yazd öncesi kamplı geceler


Kashan'da çöllerle ve bölgenin yerel mimarisi saman-toprak karışımı ile kaplı evlerle tanışmıştık. Devam ettikçe coğrafya daha da enteresanlaştı ve 2 yerleşim yeri arasında yolun dışında hiçbirşey kalmadı. Sağımız solumuz çöl, bazen 30-40km mesafede aynı yolun dümdüz devam ettiğini görebiliyoruz. Bazen de bu devasa düzlüğü yırtıp da çıkmış gibi dik yamaçlı tepeler var. 



İlk durağımız İsfahan. Çöllerin ortasında, şaşırtıcı şekilde yeşil bir kent ve tarih dolu. Fakat bu yeşilliğin sebebi olan nehir, bir barajla suyunun diğer şehirlere de paylaştırılması için kesilmiş. Ülkenin en turistik şehri olmasına şaşırmamak lazım. Ve şehir düz, kaldırımlar da geniş olunca gezimizde ilk kez şehri bisikletle dolaşma fırsatı bulduk. 



Kashan'da tanıstıgımız Çek dostlarımız Michael ve Andrew ile Zerdüşt Tapınağına gittik. yine koca ovada aynı sivri tepeler.

Ertesi sabah Severin ve Ophelie ile birlikte yine düştük yollara. Hedefimiz Garmeh'e giden 450 km'lik yolu 2 gunde keyifli bir şekilde katedip, ilk akşam çölün ortasında bir yerlerde kamp yapabilmek. Bu yuzden 200. km'de anayoldan ayrılıp bir köy yoluna saptık ve 20 km ilerledikten sonra terkedilmiş, tuğla ve kerpiç kaplı; doğramaları, hatta çatıları bile olmayan, duvarları kısmen yıkık sapsarı bir köye ulaştık. 5km önce asfalttan toprağa dönen yolda daha fazla ilerlememek herkesin kafasındaki ortak düşünce, fakat rüzgardan korunmak için çadırları gece daha da esrarengiz olması kaçınılmaz bu evlerden birine yaslamak konuşulmasa da belli ki pek içimizden gelmedi. 5km daha ilerleyince yolun sağa tırmanırken oluşturduğu girinti bir anda hepimizin ilgisini çekti. Olur mu, bence olur. Arabaları şöyle koyalım ki rüzgarı keselim, ateşi de şurada yakarız, hop bir anda kampı kurduk. Akşam yemeğinde makarna ve patlıcan, ohh :)

First camp with Ophelie and Severin. Thank you both, hope to meet somewhere... 

Alone in the desert...


Tospaa iş başında :)

Gece 3, sabah 30 derece, çatlıycaz :)
Çöl gece 3-5 dereceye kadar soğumuş olmalı, sabah biraz boğaz ağrısıyla uyandım. Güneşin çıkmasıyla aşırı rahatsız eden güneşten korunmak için tentenin altında yapılan kahvaltının ardından Garmeh yoluna düştük. Öğleden sonra vardığımız bu köy gerçekten çölün ortasında bir vaha gibi. 

Thank You Severin :)

Her tarafta meyveleri olgunlaşmış palmiyeler, narlar... Biraz köyü dolaşıp rehber kitapta tavsiye edilen otele vardık fakat köydeki tek konaklama alternatifi olması sebebiyle fiyatlar uçmuş.. Uçmuş derken, Türkiye'de olsa güle oynaya birkaç gece kalınır fakat İran fiyatlarına adapte olmuşuz bir kere :) Bir önceki otelin 2, hatta 3 katını ödemek zor gelince yine kamp için uygun bir yer bakınıyoruz. Köy, dağın yamacıyla çölün kesiştiği noktada, yani sokaklardan yukarı tırmanınca belli ki hem köyü yukardan gören bir nokta, hem de heryeri yemyeşil eden bu suyun kaynağına ulaşılacak. Aynen de öyle oldu, tenha bir köşeye önce kamp attık, sonra da Demet'imin elinen bulgur pilavı yedik :) 

Demet, again chef of the camp :)
Gece başlayan rüzgarda kulaç tıkaçları bile yetersiz kalınca ara ara çadırı daha da germek gerekti. Biraz bölük pörçük uyudum ama palmiye dallarıyla yakılan kamp ateşiyle ve Fransız arkadaşlarla defalarca tokuşturulan çaylarıyla! her zamanki gibi yine akılda kalan otel değil kamp oldu.

Salı, Ekim 08, 2013

Kashan

Neredeyim: Kashan


Tahran'dan kuzeye, Hazar kıyısına devam ettik. İç Anadolu'dan Doğu Karadeniz'e geçiş nasılsa bu da aynen oyle oldu. 30 derecede ayrıldığımız güneşli Tahran'dan bir anda 16 derece ve yağmurlu Chalus'a ulaştık. Sahil, İran'ın yazlık ve otelleri bol kasabalarından oluşuyor fakat özensiz ve gelişi güzel mimari Hazar Denizi'nin güzelliğini malesef biraz perdeliyor.


Hızlıca sahil yolunu geçtik fakat hava karardığında vardığımız Amol'da uygun bir otel bulamayınca güzel misafirlik teklifini gerçi çevirmeyerek bu güzel ailenin konuğu olduk :)


Ertesi gün ise bir önceki gün yaşanan iklim değişiminin tersi yaşandı. Tahran'da kendini iyice hissettiren sıcakla birlikte otobanda Qom civarlarında 34 dereceyi gördük. Bununla beraber 1000m civarı rakımlarda iyice azalan oksijen yoğunluğu, yakıtın kalitesiz oluşuyla birleşince arabada vuruntu başladı. Daha yavaş giderek bu sorunu şimdilik erteleyebildiysek de Kashan'da öğrendiğim bilgiye göre 5 petrol istasyonundan 1'inde satılan süper benzinle bu sorunu halledebileceğiz gibi görünüyor.

Cuma, Ekim 04, 2013

Tahran

Neredeyim: Tahran


Maku'dan ayrildiktan sonra Iran'da 10 gunden uzun sure kalacak araclarin takmasi gereken gecici Iran plakamizi taktirdik ve Tebriz'e vardik. Iran'in 4. en buyuk sehri, 1 km2 alani kapsayan kapalicarsisi (sanirim dunyanin en buyugu) Istanbul'dakinin aksine hala cok buyuk kismi yerel halkin gundelik ihtiyaclarini karsiladigi yer olarak kullanilmasi cok hosuma gitti. Onun disinda birkac cami, park, muze, siradan denilebilecek eserler. 

Tebriz, Kapalıçarşı
Tebriz'de tanıştığımız Ali, Alfonso ve Agatha.
Kandovan; rehber kitaplarda Kapadokya'ya benzer diye geciyor ama bence yanina bile yaklasamaz :) 500m'lik caddenin bir tarafi peri bacalari, diger tarafi gelisiguzel piknikcilerle ve yoresel urunlerinin satisini yapan koy halkinin tezgahlariyla dolu dere kiyisi. Tebriz'den 75km gidip gelmeye degmedi ama belli olmuyor, bazen de guzel suprizlerle karsilasabiliyor insan.
Kandovan
Kandovan, dere yatağında piknik ve otopark :)
Devaminda Zanjan'a vardik. Kapalicarsilar hep guzel, her taraftan beklenmedik seyler cikiyor, algilar acik oluyor. Hamamdan donusturulerek yapilmis cayevi beklentimizin fazlasıyla üzerinde bir yerdi. Azeri muzikleri ve kaliteli ortamiyla  3-4 saat geçirdik.


Zanjan'ın güneyinde, Dünya Miras Listesindeki döneminin
tuğladan en büyük kubbesine sahip Sultaniye Türbesi.
Qazvin; kuzeyinde Iran'in tabiatiyla ve kaleleriyle ünlü Alamuth Vadisi, 2 gece de burada konaklayıp günübirlik vadiye ve kalelere gittik. 



Dağlar çırılçıplak, alışkın olmayınca seyretmesi insana güzel geliyor tabi ama buralarda yaşayanlar kimbilir ne zorluklar yaşıyor, yazı ayrı, kışı ayrı dert...



Tahran: Trafiği anlatmaya çalışayım. Herşeyden once burada diğer şehirlerdeki motosikletlerden cok, ama gerçekten cok daha fazla motosiklet var. Halkın kullanmasina izin verilen motosikletler 250cc'ye kadar diye okudum fakat geneli 125cc. Ancak Euro2 normlarini karsilayabilen bu motorlar, Tahran'daki hava kirliliginin %30'unun sorumlusuymuş. Kaldirimdan ve ters yonden gitmeleri yadırganmıyor. Hatta tek yönlü caddelerin en sağ şeridinde genel bir ters yonde giden motosiklet guruhu oldugundan normal yönde en sol şeritte giden araclar da bunu kabullenmiş olacaklar ki orta seride yakin gidiyorlar. Araba surenler motosikletler yokmus gibi davraniyor, motosikletler de bunun bilincinde, çok seri bir şekilde tüm kavşaklarda yüzlerce araç "mutlu mesut" telepatik bir sinyalizasyon sistemiyle haberleşip yönüne gidiyor. 

Humeyni'nin anıtmezar kompleksi.
Bunlarin disinda, guneyden kuzeye artan zenginligiyle degisim binalara, dukkanlara, trafige ve insan profiline yansiyor. Istanbul'a benzetirsek kuzeyden guneye Nisantasi'ndan basliyor, ortalarda Eminonu oluyor fakat trafige araba sayisinin 20 kati kadar motosiklet ekleniyor, en guneyde ise Kartal - Pendik Oto Sanayii ile bitiyor. Zorunlu olmasa da metroda bayanlar son vagonda seyahat ediyorlar. 

Tahran'ın ardindan yönümüz Hazar Denizi ve belki Demavend Dağı olacak, sonrasında çöl şehirleri; Isfahan, Yazd...